In Conversation with Seçkin Pirim
In Conversation with Seçkin Pirim
Mermer gibi masif ve sürprizli bir malzemeyle çalışmak sizin için ne ifade ediyor? Özellikle bu tarz yoğun dokulu malzemelerde nasıl bir başlangıç noktası, nasıl bir içsel çağrı gözlemliyorsunuz?
Yaklaşık üç senedir mermerle çalışıyorum. Daha öncesinde mermerle ilgili bir deneyimim yoktu, açıkçası. Mermer hayranlığım aslında antik şehirlerden geliyor; oradaki doku ve hissiyat benim için hep içsel bir yolculuktu. Bir vesileyle Alpay Mermer’le başlayan mermer heykel serüveni beni çok heyecanlandırdı. Malzeme ne kadar ilahi görünse de bir o kadar zor; ama günümüz teknolojisi işi biraz kolaylaştırıyor, sonuca ulaşma sürecini hızlandırıyor. Binlerce yıldır kullanılan bu malzemeyle içsel bir bağ kurmamak mümkün değil.

Belirli bir mekana özgü iş üretmek sizin için ne anlama geliyor? Mekanla malzeme ve form arasındaki ilişkiyi nasıl kuruyorsunuz?
Bence heykeltıraşların çoğu için mekana özel iş yapmak heyecan vericidir. Benim içinse aynı zamanda yeni bir düşünme biçimi yaratıyor. Çünkü mekana özgü iş yaparken farklı düşünme biçimleri, farklı sorunlar ve tabii farklı sorular ortaya çıkıyor. Mekanın verileri, izleyicinin işi hangi açıdan göreceği, güneş ışığının hangi açıdan geleceği, mekanın kendi ilişkileri ve izleyiciyle kurulacak ilişki, gibi yeni sorular beliriyor. Bunlar kimi sanatçıyı sınırlayan sorular gibi görünse de benim için tam tersine heyecanlı bir oyuna dönüşüyor. Mesela Michelangelo’nun David heykelinde, heykelin yerden yüksekte duracağı nişin bakış açısına göre vücut oranlarını o perspektife göre düzenlemesi beni hep çok heyecanlandırmıştır. Son zamanlarda mekana özgü işlerimde izleyiciyle diyalog kurmasını ve bütünleşmesini önemsiyorum; bunu da genelde içinden geçilebilir heykellerle kurgulamaya çalışıyorum.
Taşın “yaşanmışlığı” ya da zaman içinde oluşmuş izleri malzemede görmek sizin için ne kadar önemli? Bu izler projelerinize ne derece müdahil oluyor?
Taşa olan hayranlığım antik kentlerden geliyor; oradaki eskimişlik de bunun bir parçası. Taşın üzerindeki yosunlar, zamanla aşınmış yüzeyler, üzerinde biriken toz tabakası bana iyi geliyor. Bu yüzden yaptığım mermer heykellerde zamanın izlerinin oluşması beni mutsuz etmiyor; tam tersine sevdiğim bir şey. Kimi zaman yapıta müdahale ediyormuş gibi görünse de, bu eskimenin heykele yeni bir anlam kattığını düşünüyorum.

Sanat-tasarım pratiğinizde sizi halen en çok heyecanlandıran süreç hangisi: malzemenin ilk dokunuşu mu, formun arayüzüyle mekana yerleşmesi mi, yoksa izleyiciyle buluşma anı mı? Neden?
Beni her zaman en çok heyecanlandıran kısım üretim ve yapım aşaması. Çünkü orada sizi “spontane yanlışlar” bekler; o yanlışlar da bazen yeni bir işin heyecanı olarak geri döner. Heykeli bitirdikten sonra artık benim dünyamdan çıkar ve kendi özgürlük alanını yaratır. Süreçte yaşadığım o meditatif hâl beni en mutlu eden kısım. Tabii ki izleyiciyle buluştuktan sonraki dönem de önemli; ama daha çok izleyici için önemli. İzleyicinin heykelle kurduğu bağ ve kendi duygularından çıkardığı anlam artık onunla heykel arasında. Ben hep atölye insanı oldum; bu yüzden atölyedeki süreç, en rahat anlattığım süreç.

Sürdürülebilirlik, yerellik ya da sosyal bağlam gibi kavramlar masif malzeme çalışmalarınızda nasıl yer buluyor? Örneğin bölgeden gelen taşlar, yerel işçilik, teknolojiyle kurulan bağ gibi yaklaşımlarınız var mı?
Teknolojiyi işlerimin üretim aşamasında sık kullanıyorum. Buradaki zaman kazancının, yeni işler üretmekte ya da düşünmekte bana fazladan alan açtığını düşünüyorum. İzleyici tarafında bazen şöyle bir kanı oluşabiliyor: Teknoloji üretim sürecine girdiğinde yapıtın değerinin azalacağı… Tabii ki buna katılmıyorum, bugünün dünyasında ve çağdaş sanatında. Yerel işçilik ve yerel malzeme konusunda da ısrarcıyım, açıkçası. Örneğin mermer: Türkiye’deki mermer ve taş zenginliği, başka yerlere bakma ihtiyacı doğurmuyor.
Eğer Minval için bir dekoratif obje tasarlayacak olsaydınız; malzeme, ölçek, fonksiyon ve tasarım bağlamı açısından hayalinizde nasıl bir şey olurdu? Ve bu obje aracılığıyla kullanıcıya ne söylemek isterdiniz?
Kimi zaman kullanılabilir objeler tasarladım; az bir kısmını hayata geçirdim. Çünkü tasarımla sanat arasında çok ince bir çizgi var ve bu çizgiyi net koymak gerekiyor. Tasarımın, sanatınız üzerinde baskı kurmaması önemli. Zaten yaptığım objelere de “kullanılabilir heykeller” dedim. Örneğin bir bank tasarlamıştım; ona “üzerine oturulabilen heykel” dedim. Minval içinse, masaya koyduğunuzda insanları konuşturacak bir tasarım yapmayı tercih ederdim. Ergonomik ya da çok rahat kullanılabilir olması benim için ikinci, hatta üçüncü planda kalır. Onun bir koleksiyon objesi olması daha önemli. Philippe Starck’ın limon sıkacağı ne limonu düzgün sıkar ne de çekirdeklerini ayırır; ama bir dönemin ikonik tasarım objesi oldu ve milyonlarca eve girdi. Benim daha çok tercih edeceğim yaklaşım bu. Minval için bir obje yapacak olsam bu yönde düşünürdüm.

Gelecek-yönelimli olarak, masif malzeme ve mekâna özgü işler bağlamında, sizin için hâlâ keşfedilmeyi bekleyen bir “meydan okuma” ya da “bakir bir alan” var mı? Beş yıl sonra bir şey değişmiş olsaydı, ne olsun isterdiniz?